Maske’nin ardında…

Özgür Küçüköner aracılığıyla

Yazara mail göndermek için tıklayın!

Şu genç yaşımda mesleğini icra eden bir insan olarak yazmanın ve okumanın hatta ve hatta yaşama, doğaya, güneşe, insana sıcak kalabilmenin keyfini çıkarıyorum. Önerilerden öte sahneye çıkan bir zat olarak seyircinin nefes alışverişini çok kez hissettiğim zamanlar vardır. Tam tersi bir oyun izlediğimde nefes alıp vermeyi unuttuğum zamanlar da yok değil. Konuyu buradan açmışken dile getirmek istediğim şudur: “Gerçek” algısının gittikçe değişmesi! Umudumuzun tükenmemesini istemek ve dilemek tek çaremiz. Öyle anlar yaşanıyor ki biz dediğimiz toplulukta, sanata bakış açısından tutun desteklemeye çalıştığı insan ruhunun bile kısmi olarak değeri bilinmiyor. İçeriğini bilemem ama sanatın her dalında bunu biraz da olsun buruklukla anlatmak mümkün.

Sahnenin tam ortasına geçip boşluğu izlediğim zamanlar çok oldu. O sessizlik metaforu ve insanın duyguları ve repliklerinin boşlukta asılı kalması… Belli bir saat sonra canlı organizmaların bir boşluğa üşüşüp aynı hisleri hissetme gayesi… Tüm bunlar, dünya dediğimizde ve zamanın aktığı şu anlarda olmakta. Hem de her yerde, çoğu zaman. Buna ruh, emek, güç, istenç, ilham ne dersek diyelim çıktığı tek nokta varlığını her zaman koruyacak olmasıdır.

Kalp çarpıntılarımın yükseldiği zamanlar… Bir gözyaşı ya da uzaklardan duyulan bir tını ve izlediğim muhteşem oyunlar, oyunculuklar, filmler, konserler… Bu anları yaşamak ister seyirci. Arınmak doyuma ulaşmak ister seyirci. Sesi duyulsun ister, hormonları değişsin ister seyirci ki o seyirci dini, dili, ırkı ne olursa olsun içinde bir kalp, bir can taşıdığını bilmeli, bilinmeli. Sanatın dili birdir. İçerisine algı olarak neyi eklerseniz ekleyin. Fısıldayacağı ve sana hayat vereceği müthiş bir an vardır. İşte o an tam da senin hissettiğin AN’dır. Kendini önemsediğin ve gözyaşlarını gizlediğin AN’dır. Kendini gerçekleştirdiğin ve ön yargılarını kırdığın AN’dır.

Tam bunlardan bahsetmişken sizlere yaşadığım bir anımdan bahsetmek isterim. Güçlü hissettiğim ve etkisinden uzun süre çıkamadığım bir zaman aralığıydı. Bir oyuncu olarak John Steinbeck‘in ”Fareler ve İnsanlar” adlı oyununda görev almaktaydım. Her zamanki gibi hazırlıklarımı yaptım ve oyuna başladık. Az önce yukarıda bahsettiğim seyircinin oyuncuya yaşattığı atmosferi hep yaşadığım zamanlardandı. Oyunun sonuna geldik. Sonrası alkış, selam ve oyun bitti. Eşyalarımı toparladım ve aracıma doğru giderken bir aile tarafından durduruldum. Güzel yorumlar aldım. Oyunu çok beğendiklerini ve bir daha izleyeceklerini söylediler. Tabii benim dikkatimi çeken beni tebrik etmeleri değildi. Durdurulduğum andan itibaren ailenin kız çocuğu dikkatimi çekmişti. Tek evlattı. Evet, ailenin küçük kızı… İri gözleri umut ile doluydu. Öyle güzel bakıyordu ki gözlerimi alamadım. Sohbet esnasında dikkatimi çeken diğer bir unsur yüzündeki steril bir maskeydi. Hepimizin belli aralıklarla kullandığımız ve kullanabileceğimiz maske türünden. Dışarıdan gelecek olan mikroplara karşı önlem alınmış olmalıydı. Benimle tanıştı, sarıldık ve fotoğraf çekilmek istedi. Çekildik. Fotoğraf çektirirken kolumu öyle heyecanla sıkıyordu ki anlatamam. Heyecanı ve sevinci birbirine karışmıştı. Daha  çok ayrıntıya girmeden aileye gizlice merakımdan şunu sordum:

-Rahatsızlığı nedir?

Bunun karşısında aldığım cevap beni hem çok yıkmıştı hem de sevindirmişti. Neden sevindirdiğini aşağıda belirtmekteyim.

Lösemi idi. Yeni teşhis konulmuş.

Ne diyeceğimi bilemedim. Sustum. Durgunlaştım. Yaşama olan hassasiyetim artmıştı. Daha sonra aile ile vedalaştık. Tekrardan sarıldım ve oradan ayrılırken defalarca bana baktı. Beni beğenme nedeni de izlediği çizgi filmlerdeki karakterlere benzetmesi (hatırladıkça kalacak olan tebessüm). Çok şaşırmıştım. Anlattığım üzere etkisinden belli bir süre çıkamadım. Hem kendime yaklaştım hem de oynadığım karaktere. İşte bu yüzden bu mesleği çok sevdiğimi dile getirdim her defasında. Bir neden arıyorsak eğer!

Kısacası  SANAT’ı seviyorum. Ayrıca biliyorum ki bir yaşam sundum ona, eminim ki kendi benliğinde atlattı her şeyi. Diliyorum ki; yaşam bulsun.

Kaçırdığım ve kendime kızdığım tek nokta, o güzel kız çocuğunun ismini bilmemek. Ayrıca iletişim hâlinde olmamak ve çekilen o fotoğraftan elimde bulunmaması.

Velhasıl özlendin küçük kız. Benden selam olsun sana. Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair şiirinden küçük bir alıntı ile bitirmek isterim:

yaşamayı ciddiye alacaksın,yani o derecede, öylesine ki,mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,yahut kocaman gözlüklerin,beyaz gömleğinle bir laboratuvardainsanlar için ölebileceksin,hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,hem de en güzel en gerçek şeyinyaşamak olduğunu bildiğin halde..

Sanatla ve kendi özünüz ile kalın…

Ekim 2019