Röportaj | Sevcan Sini & Özgür Molla

Bu sene ilk kez verilen Özdemir Nutku Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın Genç Kuşak Kadın Oyuncusu” ve “Yılın Genç Kuşak Erkek Oyuncusu” ödüllerinin sahipleri Sevcan Sini ve Özgür Molla ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

– Öncelikle ikinizi de tebrik ederim. Bu sezon Ophelia’nın Hamlet’i oyununda sergilediğiniz performanslarla Genç Kuşak Oyuncu ödüllerini kazandınız. Bu ödül ve Özdemir Nutku sizin için ne ifade ediyor?

Özgür Molla: Teşekkür ederiz. Öncelikle böyle bir ödüle layık görüldüğümüz için çok mutluyuz. Özdemir Nutku adı altında böyle bir ödül almak çok gurur verici. Ödül kadar gurur veren bir diğer şey de Özdemir Nutku’nun öğrencisi olabilmiş olmak. Hocamız, ‘Bir insan tiyatroyla ne kadar güzelleşebilir?’ bunun en büyük  örneği bizim için. Bizler de bu güzelliğe yakışabilmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız.

Sevcan Sini: Özdemir Nutku bizden ziyade tiyatro adına büyük bir anlam ifade ediyor.  Bizler onun yaktığı ateşin küçük kıvılcımlarıyız. Umuyorum ki bu kıvılcım en azından kora dönüşebilir. Üzerinde Özdemir Nutku isminin yazılı olduğu bu ödüle layık görülmek benim için tarifi imkansız bir onur.

– Genç bir sanatçı olmanın fazladan sorumluluk getirdiğini düşünüyor musunuz?

S. Sini: Genç bir sanatçı olmak belki tecrübe edilecek çok şey olması dolayısıyla fazladan sorumluluk gerektiriyor olabilir. Aslında bu fazladan sorumluluk değil, her sanatçının bir zamanlar geçtiği yoldan bizim de geçiyor oluşumuzun bir gereği diyebilirim.

Ö. Molla: Tiyatro yapmak başlı başına bir sorumluluk zaten. Aldığımız eğitime karşı bir sorumluluk. Hocalarımıza karşı bir sorumluluk ve senelerce üzerinde çalışıp ter döktüğümüz sahneye karşı bir sorumluluk. Biz bütün bu sorumlulukların farkında olarak tiyatro yapmaya devam edeceğiz. Genç olmanın vermiş olduğu ayrıca bir sorumluluk da var tabii o da olabildiğince üretmek ve tiyatro adına yararlı işler yapmak.

– Oyuna dönecek olursak, Esra Tarhan’ın yazıp yönettiği iki kişilik bir Hamlet uyarlamasından söz ediyoruz. Ophelia’nın Hamlet’i seyircinin bakış açısını sorgulayan, Shakespeare’in yarattığı durumları bugünün bilgisiyle yeniden irdeleyen bir oyun. Siz oyuncular olarak nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz? Hamlet’e ve Ophelia’ya nasıl yaklaştınız?

S. Sini: Ophelia’nın Hamlet’i, William Shakespeare’in Hamlet ve Heiner Müller’in Hamlet Makinası oyunlarından belli bölümler alınarak, Ophelia’nın intihar etmek üzere nehrin kıyısındayken geçmişte yaşadıklarını hatırlaması, finalinde ise bilinçlenmesi ile intihar etmekten vazgeçmesi üzerine oluşturulmuş bir uyarlama metin. Bu sebeple iki ayrı Ophelia karakteri oynamam gerekiyordu. Biri Shakespeare’in ataerkil düzenin baskısı altında ezilmiş, söyleyeceği sözler bile kendisine ezberletilmiş, babasının ve abisinin doğrularını benimsemek durumunda kalmış bir kadın. Önümde aslında empati kurmaya çok yakın olduğum bir karakter vardı. Onu anlamak hiç zor olmadı. Heiner Müller’in Ophelia’sı ise çok sakin bir farkındalığı olan, durumları çok net tespit edebilen, yaşadığı duruma tamamen dışardan bakabilen bir karakter. Bu karakteri o kadar sevdim ki… Sanırım ben ona değil o bana yaklaştı.

Ö. Molla: Oyun seyirciyle buluştuktan sonra anladık ki seyircinin bakış açısını pek de sorgulamamak lazımmış. Bakış açısını “Ya ben arka çaprazdan izledim pek bir şey anlamadım.” diye açıklamaya kalkınca bazı seyirciler, diyecek bir şey bulamıyorsunuz. Seyirci bulma bakımından riskli bir oyun olduğunun farkındaydık ama yine de keyifle çalıştık ve her temsilde dolu salona oynar gibi oynamaya gayret gösterdik. Karakterlere gelince, Hamlet metni öğrencilik hayatımız boyunca üzerine kafa yorduğumuz bir metindi. Sahne dersinde de ayrıca çalıştığım bir karakterdi. Ama okuldayken dersin isterlerine göre çalışmıştım. Dışarda çalışırken ise daha özgür ve daha cesur yorumladığımı düşünüyorum. Oyunda Hamlet dışında üç karakteri daha canlandırdım. Polonius, Leartes ve Gertrude. Çalışma sürecinde repliksel düzeyde kalmayıp, fiziksel performans üzerinde de oldukça fazla durduk. Fiziksel performansa yönelik çalışmak da karakterler arasındaki ayrımı yapmada bize kolaylık sağladı. İçselleştirme süreci de duygu skalasının zorlanması bakımından bir oyuncu olarak bana çok şey kattı. Ani duygu değişimlerinin yoğun olduğu bir oyundu ve bu da bir oyunculuk temrini gibiydi benim için. Çok kafa yorduk, beden de buna hizmet edince her anlamıyla içimize sinen bir oyun oldu.

– Oyun gelecek sezon devam edecek mi?

Ö. Molla: Şu an devam edip etmeyeceği net değil. Ekip olarak aynı şehirde olamayabiliriz yeni sezonda.

– Oyuna devam etmemenizin altında seyirci bulamama sorunu var mı? İzmir’in tiyatro seyircisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

S. Sini: İlk oyunu İzmir Sanat’ta oynadık. Salon neredeyse doluydu. Diğer oyunları Sahne Terminal’ de oynadık. İkinci oyun kapalı gişe oynadık. Üçüncü ve dördüncü oyunlarda yirmi seyirci izledi. Son oyun yine kapalı gişe oynadık. Yani anlayacağınız seyircimiz hem vardı hem yoktu.  Rezervasyona bakıyorsunuz örneğin, neredeyse dolmuş tüm salon. Oyun başlayacak yirmi kişi var. İzmir’de ödenekli tiyatro yapmıyorsanız işiniz biraz zor.

Ö. Molla: Seyirci konusunda oldukça sıkıntılı geçiyor oyunlar. Ama özelde böyle sadece. Devlet Tiyatrosu’nun oyunlarına gittiğimizde salonların dolu olduğunu görüyoruz. Yani tiyatro izliyor insanlar. Ama biletlerin ucuz olması ve büyük prodüksiyon olması gerekiyor sanırım. Hiçbir ödenek olmadan en fazla hışır örtüyle reji yapabiliyorsunuz.  Devlet tiyatrosundaki gibi dönen dekorlar yapmayı biz de isteriz lakin na-mümkün efendim. Biletler de pahalı geliyor sanırım. Ama başka çare yok. Öyle olmak zorunda.

– Mesleği ne olursa olsun keşfedilmek isteyen herkesin yolu bir şekilde İstanbul’a düşüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Siz bunu tercih edecek misiniz?

Ö. Molla: Kendi adıma evet edeceğim. Tiyatroyu çok seviyorum ve her zaman yapacağım bundan eminim. Nerde olursam olayım mutlaka içinde olacağım. Ama televizyon işi yapmayı da istiyorum açıkçası. Çünkü para kazanmak zorundayım. Sadece özel tiyatroda oyun oynayarak bu imkansız. Tiyatro yapacak fonu sağlamak için bir dizi veya bir sinema filminden maddi kazanç sağlamak gerekiyor. Tiyatronuza seyirci bulmak için de bir iki dizi yapıp insanların yüzünüze aşina olması gerekiyor ne yazık ki. İyi işler yapabilmek için iyi düşünmek gerekiyor. İyi düşünce üretebilmek için de tok bir karın gerekiyor kim ne derse desin. Oynadığınız salonun kirasını ödedikten sonra cebinize beş lira kalıyorsa ister istemez başka işler yapmayı düşünüyorsunuz.

S. Sini: İzmir’de kalmayı çok isterim. Fakat İzmir iş olanakları bakımından yeterli değil. Özel tiyatro yapmak oldukça sermaye istiyor. Bu sebeple ister istemez İstanbul’a yolum düşecek gibi görünüyor.

– Bugün sinema filmlerinde ya da dizilerde oynamak oyuncuyu sahnede olduğundan çok daha görünür kılıyor. Yolun henüz başında olan genç oyuncular olarak siz kariyerinizi nasıl şekillendirmeyi planlıyorsunuz?

S. Sini: Ekrana karşı değilim. Uygun gördüğüm bir iş gelirse oynarım. Bunu görünür hale gelebilmek için mi yaparım, bilmiyorum. Bana tiyatro yapma olanaklarını sağlayacaksa neden olmasın?

Ö. Molla: Şu an bulunduğumuz konumda biz şartlara şekil veremiyoruz, şartlar bize şekil veriyor ne yazık ki. Bu nedenle çok plansız ilerliyor işler. Tiyatro yapmaya devam edeceğimiz kesin ama sinema veya dizi ne zaman ve nasıl olur bilinmez. Çünkü bizim istememizle olan şeyler değil bunlar. İstediğimiz zaman yapacağımız tek şey var o da tiyatro. Biz de onu yapmaya çalışıyoruz.

– Bugün Türkiye’de tiyatro yapmanın koşulları hakkında ne düşünüyorsunuz?

S. Sini: Devlet desteği, salon kiraları, seyirci sayısı birbirine o kadar bağlı ki. Özel tiyatrolar devlet desteği olmadığı için kirayı çıkarabilmek adına bilet fiyatlarını aşağı çekemiyor. Seyirci ise bilet fiyatlarından şikayetçi.

Ö. Molla: Özel tiyatroysanız ve de ekibinizde, nerde oynadığı önemli değil, bir ünlünüz yoksa işiniz çok zor. Tiyatro seyircisinde de bir ünlü sevicilik var. Seyirci sorununun yanında salon kiraları da bel bükücü. Salon ücretleri çok geliyor bize ama kiraya verecek bir salonumuz olmadığı için o çarkın nasıl döndüğü en iyi ,o çarkı döndüren bilir. Ama yine de çok gibi. Çünkü daha önce de söylediğim gibi abartmıyorum, bir temsilden sonra salon kirasını ödedikten sonra sadece beş liramız vardı. Ekibe dağıtmaya kalksak kişi başı seksen yedi kuruştan az bir miktar düşüyordu. Devlet desteğine gelince; devlet desteği şöyle dursun köstek olmasın kâfi.

– Son olarak, genç kuşak sanatçılar olarak Türkiye ve Türkiye tiyatrosu hakkında nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?

S. Sini: Genç nesil olarak mesleğimden para kazanmak istiyorum. Bunun için de iş sahası oluşması gerektiğini düşünüyorum.

Ö. Molla: Tiyatro eğitimi alan ve çok zorlu bir eğitimden geçen oyuncuların audition audition dolaşmak zorunda kalmadıkları bir gelecek hayal ediyorum. Şehir fark etmeksizin her yerde tiyatro yapılabilmesini ve de verilen emeğin karşılık görmesini  ümit ediyorum. İyi anlaşan arkadaşların tiyatro kurmalarını, tiyatro yaparken de iyi anlaşmalarını ve de disiplinli bir şekilde üretim halinde olmalarını diliyorum. “Seni de görecek miyiz Güldür Güldür’de?” diye sorular soran eş dost olmaz olsun istiyorum. “Yetenek yarışmalarına çık, oradan yürürsün!” diyen insanlara bir şeyler anlatmaya çalışırken bulmak istemiyorum kendimi. “Ne iş yapıyorsun?” diye soran TRT çalışanına “Oyuncuyum.” dedikten sonra “Onu anladık canım, ana meslek olarak ne yapıyorsun?” dedirten bakış açısı yok olsun istiyorum. Düzenli maaşın olsun deyip de var olan düzenimi bozmaya çalışan insanlar da benden uzak olsun istiyorum. Hiçbir iş yapmayıp da ben oyuncuyum diye kasım kasım kasılan insanların sahip olduğu özgüvenin yarısının yarısı bende olsun istiyorum. Fazla mütevazı olunca gerçek sanıyorlar çünkü. Bu büyük sıkıntı. Laubalilik değil de efendilik değer görsün istiyorum. Edepli bir şekilde tiyatro yapılabilsin istiyorum. Bir mekana girince sesini pozisyona alıp da sipariş veren gösteriş meraklarının sesi kısılsın istiyorum. Hım hım hım da hım hım hım oyunculuk yerine, daha yaşayan karakterlerin olduğu tiyatro oyunları izlemek istiyorum. Kısacası tüm bu olumsuzlukların olumlu olabildiği bir ortamda üretim halinde olunabilmesini diliyorum.

Röportaj: İbrahim Topal