Savaş Kaçınılmaz, Sonuç Belli

Ruşen Cesur Kurtoğlu aracılığıyla

Yazara mail göndermek için tıklayın!

Geçenlerde Kovan Ankara’da prodüksiyonu Platform Dance Theatre’a, tasarımı, yönetimi ve koreografisi Deniz Atlı’ya ait, Nisan Ter ile birlikte gerçekleştirdiği ‘Target – 12’den’ adlı çağdaş dans eserini izledim. Çağdaş dans eseri denince ilkokulda katıldığı dans gösterileri ve Youtube’da izlediği videolar dışında dansla etkileşimi olmayan biri olarak önce bir gerildim. Ne beklemeliydim, ne ile karşılaşacaktım? Plastik sanatlarla sık sık karşı karşıya geliyoruz ancak çağdaş dans eseri nasıl olurdu? Anlar mıydım acaba?

Eserin sergileneceği mekânda bekliyorum. Dış dünyadan izole küçük, sıcak bir mağara. Gizli bir şeylerin parçası olacakmışım gibi. Derken Deniz geliyor, bizi telefonundan videoya alıyor, sorular soruyor, gülüşüyoruz. Performans öncesi Instagram’a hikâye atacağını, anı olarak çektiğini düşünüyorum. Ardından performansın gerçekleşeceği odayı kapatan perde açılıyor ve içeri giriyoruz. İlginç bir sahne düzenlemesi. Dikdörtgen bir alanın iki tarafına sıralanmış ikişer sıra sandalye. Ortada Deniz ile Nisan mikado oynuyor. Benim gibi oyunun ismini bilmeyenler için hemen hatırlatayım: kırk bir adet çubuk bir demet olarak dik tutulup yere bırakılır; böylece masa üzerine gelişigüzel şekilde yayılırlar. Ardından oyuncular sırayla, diğerlerini hareket ettirmeden, tek tek çubukları toplamaya çalışırlar.

Biz içeri girdiğimizde çoktan gergin bir şekilde oynamaya başlamışlardı. Çağdaş dans eseri çünkü, klasik bir perde açılışı bekleyecek değildim ya. Dikdörtgen alanın sonunda duvara projektör ile yansıtılmış bir videoda biraz önceki biz dönüyoruz. Deniz hatıra toplamıyormuş, işin parçasıymışız. Başıma gelebilecekleri tahmin ederek ikinci sıraya oturuyorum. Arka sıra mantığı. Herkes tek tek yerlerine geçiyor. Hemen performans hakkında okuduklarımı aklımdan geçiriyorum, böylece en azından bazı şeyleri anlamlandırabilirim; iki farklı tutumun kendilerini bulma çabası. Evet, iki kişi, iki tutum. Buraya kadar tamamım. Ama neden mikado oynuyorlar?

Ben mikadoyu sorgularken tutumlardan biri kalkıyor, arkadaki ayaklı orga gidiyor. Mikadodan sıkılmış olsa gerek. Sıra tekrar ona gelince elinde siyah, küçük, ağzı büzgülü bir torba ile geri dönüyor. Bu sefer torbayı sorguluyorum, hepimiz sorguluyoruz. Rakibi de bizimle birlikte merak etmeye başlıyor ve torba üzerine bir cümbüş başlıyor. Dans ederek bir yandan oyun bir yandan torbanın peşinde bir senkronizasyon. Tam dans gördüm derken torbanın içinden çıkan boya kalemlerini gören rakip konuşmaya başlıyor ve ben biraz daha şaşırıyorum. Sıkılan tutumu azarlıyor.

Biraz hızlıca ileri sararsak önemli noktalar: boya kalemleri ve aynalar. Buradan sonrasında, hepinizin gidip görmesi gerektiğini düşündüğüm için performansa dair bir şey yazmayacağım. Verdiğim ipucu kelimeleri hayal gücünüze bırakıyorum ama hissettiklerimi okumanız sizde gitmeniz için gerekli etkiyi yaratacaktır diye umuyorum. İzlerken ilk anladığım şey anlamam gerekmediği oldu. Hissetmem yeterliydi. Sonuçta sahnede iki insan vardı ve birinden birinde mutlaka kendimden bir şeyler görürdüm. Gördüm de. Gördüğümü hissettiğimde ise anlamaya başlamıştım. Kendi kendine olmuştu işte. Çağdaş dans eserinden çok da korkmam gerekmiyormuş.

Ne anladığıma gelirsek, bu kısım tamamen kişisel. İzlediğinizde bahsedeceğim senaryoları da görebilirsiniz, bambaşka senaryolar da. İzleyicinin toplumu, dansçıların ise karşı iki tutumun çatışmalı karar sürecini temsil ettiği bir senaryoydu benim gördüğüm. İzleyiciler olarak dans platformunun üç tarafında da vardık çünkü bu iki tutumun sahibi olan görünmez bireyin, hepimiz gibi toplumun tam ortasında, onun bir parçası olmaktan başka seçeneği yok.

İki tutum başta sakin sakin oynarken tutumlardan biri artık sınırına gelerek oyunu bırakıp boya kalemlerine gider. Kalemler renkli, hayat ise boyamaya müsaittir. Belli ki çizmek istediği şeyler var ve biliriz ki çizilen her şey bir diğerine göstermek içindir. Tutum paylaşmak, açılmak istemektedir. Ancak rakip tutum bundan hoşnut kalmaz. Mikado ile onu oyalama, bastırma süreci artık bir sona gelmiştir. Sinirlenir, korkar, gerilir. Kontrolü elinde tutan olmama, baskın tutum olmama korkusu ile saldırır. Bazen birinin bazen diğerinin üste çıktığını görürüz.

Bizler de kendimizi bulma sürecinde açılmaktan korktuğumuz sularla karşılaşırız. Ayağımızın bastığı yerden uzaklaşmak istemeyiz. Tanıdık olanın verdiği güven duygusu bilinmeyenin getirebileceği başarıdan ağır basar. Ancak bazen bastığımız yer yetersiz gelmeye başlar. Güven duygusu eksiklik ile karışır. Bir bakarız sular hala eskisi kadar büyükse de artık daha ılıktır. Islanmaktan korkmayı bırakmışızdır. Hani bazı insanlar havuza girerken suyun soğukluğundan çekinir ya. Ancak havuza gelen de kendi ayaklarıdır. Bir alışma sürecidir bu. Kaçınılmaz olanın muhakemesidir.

Bastırılan tutumun muhakeme zamanı gelmiştir artık. Kişinin bilinçli ya da bilinçsiz olarak kaçındığı arzu artık serbest kalmayı talep etmekte ve bugüne kadar karşısında inşa edilen diğer tutumlarla çatışmaktadır. Savaş kaçınılmaz, sonuç bellidir.

Önce iki tarafın da zaman zaman üste çıktığı bir dönem olur. Güvenli olan bölgelere iten tutum kızgındır. Yeni şeylere gerek olmadığını söyler bize. Riskleri hatırlatır. Karşı tutum ise ezilmiş bir halde ancak yumuşaktır, davetkârdır. Artık artıların, eksilerin hesaplanması, alınma ihtimali olan risklerin değerlendirilmesi gerekir.

İşte bu noktada karşımıza aynalar çıkar; küçük deneme evrenleri. Risk almadan deneme yapabileceğimiz eleştiri noktaları. Kendimize doğrulturuz; “Ne yapıyorum?”, “Beğenirler mi?”, “Kabul ederler mi?”, “Başarabilir miyim?”… Dışarı da doğrulturuz; “Hak ediyorlar mı?”, “Uğraşmama değerler mi?”, “Onlardan biri olabilir miyim? Olmalı mıyım?”… Kendimizi, toplumu, aynanın karşısına koyar sorgularız; “Nesin?”, “Neden?”, “Nasıl olmalısın?”…

Artık karar verme zamanı gelmiştir. Boya kalemleri mümkün olan en güzel şekilde değerlendirilmiş, tutumların birbirlerinden, toplumdan öğrenmelerine, topluma öğretmelerine araç olmuştur. Kaçınılmaz bir şekilde toplum tarafından şekillenmiş ancak toplumu da şekillendirmişlerdir. Artık tek tek var olamaz, birleşerek yeni bir tutum olurlar. Artık sahipleri de yeni bir kişidir. Değişmiştir, dönüşmüştür.

İşte anladıklarım bunlar. Değişimin ne kadar zorlu ancak ne kadar güzel olabileceği, birbirimizi ne kadar sevebileceğimiz, her birimizin kendi olma çabasının eşsizliği… Çekinerek gittiğim bir performanstan ne de çok şey çıkardığıma şaşırdım. Ama beni şaşırtan insanları göz önüne alınca çok da şaşırmamak gerek.

Bu arada, performansın her sergilenişinde değişen ve gelişen, sonuçtan ziyade süreci sergileyen bir etkinlik olduğunu söylemeden geçmemem gerek. Çünkü bu, bir sonraki sergilemede, bu sefer neler yapacaklarını merak ederek gidecek olan beni bulabilirsiniz demek oluyor.