Tiyatroda Zaman Kullanımı ve Doğrusal Olmayan Anlatı Üzerine 2 Oyun Metni

Tiyatronun tarihine baktığımız zaman tiyatroya dair ilk dikkatimizi çeken hususların başında kurallar gelmektedir. Bu hiç kuşkusuz Poetika ve Antik Yunan Tiyatrosu’nun başlattığı bir gelenektir ve uzun yıllar boyunca farklı tiyatro kuramlarında kurallar değişse de bir kurala bağlı kalma olgusu pek değişmemiştir.

Antik Yunan Tiyatrosu kendi içerisinde pek çok evrim geçirmiş, farklı dönemler farklı anlayışlar hâkim olmuştur. Özellikle Poetika etkisiyle birlikte oyun yazma üzerine kesin kuralların olduğu, bir tragedyanın veya komedyanın nasıl ve ne şekilde olması gerektiğine dair çizilen keskin sınırlar sadece Antik Yunan Tiyatrosu’nu değil, tiyatro tarihini önemli ölçüde etkilemiştir.

Antik Yunan tragedyaları için getirilen en önemli kurallardan birisi 3 birlik kuralıdır. Aristoteles’e göre zamanda, konuda ve mekânda birlik bulunması tragedyanın en önemli unsurunu oluşturur. Zamanda birlik kuralı bir oyunun belli bir saat aralığında geçmesini ifade eder. Aristoteles Poetika’sında bu hususu “Tragedya, kendini olabildiğince güneşin tek bir doğuş-batışı içinde tutmaya ya da bunu çok az aşmaya gayret eder.” şeklinde ifade etmiş [1], Sevda Şener de Zamanda birlik kuralı için: “Burada sözü geçen zaman süresinin ya yirmi dört saat ya da on iki saat kadar olması gerekir. Aristoteles’in bu kuralı, hareket birliğine destek olmak üzere benimsediği düşünülebilir.” ifadelerini kullanmıştır.[2]

Zamanda birlik kuralı, Aristoteles tarafından benimsenen diğer tüm kurallar gibi uzun yıllar boyunca tiyatro metinlerinde ve dolayısıyla sahnelenen oyunlarda kendine yer bulmuşsa da tiyatronun gelişimi ve evrimi karşısında yerini başka kurallara, anlatım tekniklerine bırakmıştır.

Bugün özellikle çağdaş tiyatro metinlerine baktığımızda “zaman” olgusunun hemen hemen her metinde farklı işlendiğini, kimi metinlerde bu hususun zaman belirtilmeden bir zamansızlık olarak yazıldığını görmekteyiz. Ne var ki zaman olgusu nasıl işlenmiş olursa olsun geçmişten günümüze tiyatro metinlerinin büyük kısmı hikâye anlatımını “kronolojik” olarak, lineer/düz bir şekilde işlemektedir.

Gelişen teknoloji ve tiyatro kuramının da evrilmesiyle birlikte “zaman” olgusunu tiyatro metinlerinde lineer işlemeyen yani doğrusal olmayan anlatıyı tercih eden metinler karşımıza çıkmaktadır. Doğrusal olmayan anlatı genellikle sinema ve edebiyat alanında karşımıza çıksa da, çağdaş tiyatro metinlerinde de kendine artık daha sık yer bulmaktadır.

Anlatının kronolojik olmadığı, geçmişe  (flashback), geleceğe (flashforward) ya da şimdiki zamana ait sahnelerin harmanlanıp, hikâyenin lineer bir şekilde işlenmediği anlatıya, doğrusal olmayan anlatı denmektedir.

Bu anlatının tiyatroda pek fazla benimsenmemesi şaşırtıcı değildir. Nitekim sinema ve edebiyattan farklı olarak, tiyatro sahnesinde zaman geçişlerinin farklı olduğunu, sahnelerin kimi zaman geçmişten bir olayı, kimi zamansa gelecekten bir olayı anlattığını izleyiciye aktarmak oldukça zordur ve kafa karıştırıcı olabilir. Ne var ki artık örnekleri her geçen artan bir şekilde, çağdaş oyun yazarları oyun metinlerini yazarken doğrusal olmayan anlatıyı daha fazla tercih etmektedir. Bu husus hem sahnelenecek oyuna dair reji olasılıklarını arttırmakta hem de tiyatroya yeni bir derinlik katmaktadır.

Marius Von Mayenburg tarafından kaleme alınan “Taş” isimli oyun doğrusal olmayan anlatı türüne örnek olarak verilebilir. Bu oyunda 34 sahne boyunca 8 farklı zaman diliminde geçen hikâyede 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında bir ailenin yaşadığı olaylar zaman atlamalarıyla izleyiciye aktarılır. Kullanılan bu zaman atlamaları; ailenin sakladığı sırlar, geçmişe dönük yalanlar ve yüzleşmelere ilişkin izleyicide merak unsurunu artırmakta, oyunun temposu baştan sona hiç düşmemektedir.

Sibel Arslan Yeşilay tarafından çevirisi yapılan oyunun bu doğrusal olmayan anlatısına ilişkin şu ifadeleri kullanmıştır: “Sahneler birbirine öyle monte edilmiş ki, bir önceki sahnenin son replikleri, bir sonraki sahnenin ilk repliklerine bağlanıyor ama farklı zaman diliminde bambaşka bir bağlamda. Zaman atlamalarının yanı sıra mekân hep aynı kalıyor: Aynı evin aynı odasındaki aynı masa.” [3]

Bu tarz zaman atlamalarının olduğu metinlerin sahnelenmesindeki en önemli sorun zaman atlamalarının izleyicide kafa karışıklığı yaratma ihtimalidir. Nitekim oyunun metninde her sahne başında yazan o sahnenin hangi yıla ait olduğuna ilişkin bilginin sahneleme esnasında izleyiciye dolaylı olarak verilmesi gerekir. Aksi takdirde metindeki bu zaman atlamaları ilgi çekiciliğini yitirecek, oyunun temposunu düşürecektir.

2013 yılında ülkemizde Tiyatro Tek Ağaç tarafından sahnelenen ve Murat Akdağ tarafından yönetilen oyunda zaman atlamalarını izleyiciye göstermek amacıyla izlenen yöntemi ve kendilerinde yarattığı etkiyi oyunu izleyenler şu şekilde aktarıyor:

“Aslında kullanılan teknikler epik tiyatro izleri taşıyor. Bir dizi sahne arka arkaya görünürde sanki bağımsız tablolarmış gibi sıralanmış. Her sahnede zaman atlaması oluyor, seyircinin takip edebilmesi için o zaman dilimleriyle ilk karşılaştığımızda bir oyuncu epik tiyatro tadında şarkılarla dönemi, sahneyle ilgili ana karakterin yaşadıklarını anlatıyor. Sonra fark ediyorsunuz ki sahneler çok da bağımsız değil, daha çok sinemada kullanılan teknikle zaman atlamalarının sonucu olarak yine de bir hikâyenin devamlılığı sağlanıyor. Tüm oyun boyunca bütün kadro sahnede kalıyor, o sahnede oynamayanlar arkada oturuyor, bazen bir eylemleriyle sahneyi hazırlıyor ya da bir önceki sahnedeki bir nesne ya da dekor elemanını değişime uğratarak bir sonraki sahneyi hazırlıyorlar.” [4]

Metinde sahnenin hangi tarihte olduğu yazılı olduğu için takip etmek nispeten daha kolay. Ancak çok git gelli. Bunun sahnede verilmesi için en kolay çözüm tarihi sahneye yansıtmak olurdu. Akdağ öyle yapmamış. Öncelikle oyuna müzik eklemiş. Sahne değişimlerini, şarkı sözlerini kendi yazdığı bestelerle yapmış. Dekor(döner ayna..) ve kostümdeki(gözlük, şal..) ufak aksesuarlarla anlatımını desteklemiş. Akdağ’ın anlatmaya verdiği önemi çok beğendim. Murat Akdağ’ın gösterdiği “epik”, benim kafamdakine çok uydu. Sadece aklı değil, duyguları da dikkate alan, seyirciyi de “yakalayan” bir epik bu.”[5]

Doğrusal olmayan anlatı tarzındaki bir başka tiyatro metni ise Cihan Çakan tarafından yazılan ve 2019 Nilüfer Belediyesi Mitos-Boyut Sahne Eseri Yazma Yarışmasında birincilik ödülü kazanan Derin Mutsuzluklar Anatomisi isimli oyuna ait.

Bu oyunda, Taş oyunundan farklı olarak belli insanların farklı zamanlardaki hikâyesi değil Kurtuluş/İstanbul’da yer alan bir apartman dairesinin 2002-2007 yılları arasındaki farklı kiracılarının hikâyesi anlatılıyor. Taş oyununa benzer bir şekilde eşyaların yıllar geçse de aynı kalması bu oyunda da mevcut. Nitekim yazar bu hususu şu şekilde açıklıyor: “Her çiftin şimdiki zamanları on beşer kısa sahnede sırayla yaşanırken her birinin çocukluk ve gençlikleri de birer birer açığa çıkar ve mutsuzluklar arasındaki ilişkiler görünür hâle gelir. Ev sahibinin değiştirilmesine izin vermediği bozuk televizyon, bu mutsuzlukların küçük bir temsiline dönüşür.”[6]

Kuşku yok ki doğrusal olmayan anlatıyı tercih eden diğer pek çok farklı tiyatro metni bulunmaktadır. Zaman kavramının tiyatroda bu şekilde kullanılması hem okuyucu hem izleyici olarak ümit verici olduğu gibi tiyatro oyunlarının incelenmesinde hem dramaturjik hem de eleştirisel olarak bizlere yeni bakış açıları kazandırmaktadır.


[1] Aristotales. Poetika. Mitos Boyut Yayınları. 2008. Sayfa 11

[2] Sevda Şener. Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi. Dost Yayınevi. 2012. Sayfa 34

[3] Çağdaş Alman Oyunları Seçkisi. Mitos Boyut Yayınları. 2016. Sayfa 256

[4] http://leventintiyatrogunlugu.blogspot.com/2014/12/bir-toplum-gecmisiyle-hesaplasyor.html Erişim Tarihi Mart 2020

[5] http://melihanik.blogspot.com/2014/04/bu-tas-tiyatro-tek-agac-bize-de.html Erişim Tarihi Mart 2020

[6] Sahne Eseri Yazma Yarışması 2019. Mitos Boyut Yayınları. 2019. Sayfa 10