Fokurdayan Hayal Gücü

Özgür Küçüköner aracılığıyla
Yazara mail göndermek için tıklayın!

“gösterge bir nesnenin ya da bir olgunun varlığına ya da gerçekliğine karar vermemizi sağlayan şeydir.”, “yani, nesne ya da olgunun kendisiyle özdeşleşmemesi bir yana, nesne ya da olgunun varlığının ya da gerçekliğinin saptanmasında bizim katkımızı da varsayar” (YÜCEL, Tahsin, Göstergeler, s.17, 2006).

Algıladığımız şeyler, subjektif bir çerçeve içerisinde anlama yetimiz tarafından inşa edilmiş olan tutarlı bir dünya görüşünün göstergeleri midir? Yoksa gerçek olarak algıladıklarımız, göstergeler ormanında bize görünen çelişkilerden ibaret midir? İşte insanoğlunun bu sorunsallar içerisinde evrilme süreci, sayısızca açıklama ve teori üretme istemini geliştirmektedir. Bu bir faaliyettir. Bu, sınırsız idealar denizidir. Bu, ideaların sonsuz kere bir başka idealar fikrini oluşturma çabasıdır. Yani insana ait bir temsildir. Descartes’in dediği gibi “Özü itibari ile mükemmel olmayan varlıklarla çevrelenmiş olduğum hâlde, mükemmellik hakkında bende bulunan ideanın nereden geldiğini sorma edimi” sorunsalı sadece Descartes’in üzerine düştüğü bir düşünce yapısı değildi.

Neden böyle bir giriş yaptığıma gelince, tiyatro sanatının gerekçelendirmeleri ritüelden Antik dünyaya, ardıllarından moderne ya da post-moderne hatta post-truth kavramına kadar birçok değişim ve gelişim sürecinden geçmiştir hâlâ da geçmektedir. Küçük bir tarama sonucunda hep bir idea ve somutlama hâli, düşünme ve hayal etme yani “entite” (bir türün özünü ya da birliğini oluşturan şey) kavramının araştırılması ve arşivlenmesi bu gerekçelendirmelerin bir parçası hâline gelmiştir. Bu noktadan tiyatro sanatına bakıldığında, birçok disiplinlerarası yaklaşımın yukarıda bahsi geçen kavram ve konular ile ilgili sorunsalı olmuştur. Tiyatro sanatı içerisinde özellikle oyunculuk eğitiminin temelinde, dünyadaki sanatsal eğitimin bu olgular ışığında ilk dayanak noktası “imgelem” demiş olsak yanılmamış oluruz. Çünkü bütün faaliyetler sanatsal tavırda görüş yetisini geliştirme üzerinedir. Burada düşünme edimi elbette ki, görüntüsel algının önce bilinç yolu ile fark edilmesi, daha sonra hayal gücü dediğimiz şey’in daha net bir şekilde “O anı yaşama, söylemlerimize enerji katacak görüntüler yaratmak, yani sahnede sözünü ettiğimiz şeyleri görmek” çabasının gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bir oyuncu açısından çok önemli bir olanaktır. Yani bir sürü göstergeler dünyasında kendi göstergelerini yaratarak, sanatını icra ederken belirli koşullar içerisinde görme yetisine erişmiş olmaktır. Tiyatro kelimesinin de etimolojik olarak Yunancada “görme yeri” anlamında kullanılması tesadüfi bir durum olmasa gerek. O zaman sonuç olarak dayanak gösterdiğimiz yer sanatsal eylemin kendisidir. Yani edimsel olarak yukarıda belirtilen düşünme eylemi, insanın kendine yönelttiği benlik sorunsalı ve ideaların göstergeler ile bütünlüğü, bir tek olgunun kapısını aralamakta; “imgelem” (hayal gücü) dediğimiz kavramın kendisidir. İmgelem dediğimiz kavram ile kişi bir kez iletişime geçtiğinde asla tazeliğini ve dinamikliğini kaybetmediğini de görecektir. Şöyle ki; kişi üreteceği her ürünün yaratım sürecinin, daha doğrusu yaratıcı ruhunun farkına vardıkça olumlu sonuçlara zemin hazırladığını fark edecektir.

Fokurdayan hayal gücü”. Bu cümleyi Michael Chekhov’un “Oyuncuya” adlı kitabında okuduğumda tecrübe ettiğim şey, kendi bilişsel yasalarım dışında enteresan bir esin duygusuna kapılmamdı. Çünkü bir sürü bilinçaltı söyleminin, kandırmacanın ve dillere pelesenk olan birçok yaklaşımın dışında bu edinimin cesaret duygumu etkinleştirerek hem sahnede hem de kendi dünyamda özgürleşmemi sağladığını belirtmek isterim. Son olarak naçizane fikrim, yazdığım şeyler kendi deneyimlerim ve okumalarımın bir nüshasıdır diyebilirim.

Sevgiyle kalın…