Başka Yolu Yok Mu?
Tiyatro Lafta’nın “Başka Yolu Yok” oyunu Ankara’da çeşitli mekânlarda sahneleniyor. Tek kişilik oyun kabaca Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı romanındaki Marmeladov karakterinin hikâyesini anlatıyor. Oğul Aşkın’ın uyarlayıp yeniden yazdığı ve yönettiği “Başka Yolu Yok”ta Bora Karakul Marmeladov karakterini dinamik performansıyla sahneye taşıyor.
Oyunu küçük kara kutu bir sahnede oldukça indirgenmiş bir meyhane dekoru içinden izledim. Oyun tasarımında metin ve çıplak oyunculuk genişledikçe genişlemekle birlikte, ışık, ses, dekor ya da kostüm gibi unsurlar yok denecek kadar azdı. Bu tercihlerin sanatsal bir biçem gereksiniminden mi yoksa yapım bütçesindeki kısıtlılıktan mı kaynaklandığına ilişkin bir bilgim yok. Tahminim bütçenin kısıtlı olduğu yönünde. Bununla birlikte sahnedeki nadir meyhane ve ayyaş stereotiplerinin dozunun ve tarzının iyi ayarlandığını düşünüyorum. Tebrikler.
“Başka Yolu Yok” oyunu Marmeladov’un Suç ve Ceza romanının başkahramanı Raskolnikov’un masasında ona içini dökmeye başlamasıyla, seyirciyi okurunun aşina olduğu bir Dostoyevski karanlığına sürüklüyor. Metninin nitelikli dili Marmeladov’un memuriyeti ile birleşince başlangıçta oyunu entelektüel bir perspektiften değerlendirmemize sebep oluyor. Metin Suç ve Ceza adlı romanı okumamış biri bile olsanız döneme ilişkin sosyo-ekonomik saptamalar, sınıfsal çıkarımlar yapabileceğimiz ipuçları seriyor önümüze. Böyle olunca tarihsel bir zeminde eşitsizliği ve adaletsizliği kuran sistemle hesaplaşacağınız yanılgısına kapılıyorsunuz. Fakat öyle olmuyor. Oyunun sonunda, önünüzde sistem sürdürücülerden tiksinmekten başka yol olmadığını anlıyorsunuz o kadar. Katarsislerden katarsis beğenin lütfen.
Hayır, Raskolnikov’un koltuğuna oturtulup hırpalanmıyoruz merak etmeyin. Oyuna gidin. Yorucu, ama sıkıcı ve köhne değil. Bora Karakul Marmeladov’unu karşımızda kurulmuş izbe evrene yerleştirirken güncel jest ve mimiklerle zamanı eğip büküyor. İşte yüz elli yıl öncesine ait o yerde ve o zamanda değil, şurada. Hayatın kendisine ve sevdiklerine (böyle adamlar kendilerinden başkasını sevebiliyorsa şayet) eziyetini, kaybedişlerini, yok oluşlarını ve yok edişlerini anlatırken “vicdan”ı diye işaret etmeye mecbur olduğum fakat aynı zamanda öyle olduğundan keskin bir şüphe duyduğum boğuk ve bulanık bir kuyuda debeleniyor. Başta kendisi olmak üzere kimseye bir faydası dokunmamış. Hayatın gazabından ayakları yandıkça kadınların üzerine basmış. Çocukları, yoksulluğu, yalnızlığı, “ahlaksızlığı” ve adaletsizliği kadınların sırtına yüklemiş. Yüz elli yıl öncesine ait o yerde ve o zamanda değil…
Evet çok kasvetli fakat bir solukta izlediğimi belirtmeliyim. Sahnede kurulan çift taraflı gerilimin tekinsiz akımında tetikte bekledim “Ne olacak?” diye. Bir tarafta bir vakit sonra baltayla bir kadını parçalayacak olan Raskolnikov’un varlığı, diğer tarafta herkesin bağışlanacağı yaygarasıyla kötülüğünden medet uman Marmeladov’un kadim bayağılığı oldukça uyarıcıydı. Belki de bu nedenle algımın kapıları bir bir açıldığından, sahnede yıkım ve sefalet zemininde yalpalayarak güya kendi kötücül davranışları hakkında birtakım süslü yargılarda bulunan Marmeladov’un anlatısına karnım toktu. Üstelik başkalarını suçlamıyor ve kendini aklamaya çalışmıyordu. Kötülüğün sebepsizliğinin itiraflarını tekrarlayıp duruyordu daha çok, mazeretsizliğin çaresizliğiyle. O sahnede esrik “vicdan” krampları geçirirken, içinde merhamet duygusu uyananlar olmuş mudur? Ya da karakter zayıflığının bulantısıyla kusurlarını kusmasını dürüstlük zannedenler? Dönüp bakamadım. Bora Karakul sahneden seyircisiyle çok yönlü kem göz kontakları kurarak hareketleri kısıtlıyor. Buyurun, bir gerilim daha.
“Siz hiç Neva ırmağında yüzen saman kayıklarda gecelediniz mi?”
diye soruyor bir de, sefalet romantizmi sanrısıyla. “Bu nasıl bir arsızlık ama artık yeter!” diye bir tokat patlatmak geliyor içimden suratına. “Peki sen, hatta siz Marmeladovlar, hiç savunmasız bedeninizi tiksindiğiniz bir adamın hırıltılı soluğunda dalgalanan pis çarşaflar üzerinde yüzdürdünüz mü?” diye sormak gerekiyor. “Karşılığında kazandığınız parayla çocukları doyurdunuz mu? Ayyaş babanıza harçlık verdiniz mi? Neden hep kadının boğazına biniyor melanet? Bu nasıl dünya nasıl adalet? Neden kökünüz kurumadı yüzyıllardır?” diye sormak gerekiyor.
Ah bu memlekette “Vicdan”ın aynı zamanda bir kadın ismi olması ne acı bir tesadüf. Oyunu izlerken yakın ve uzak çevremden onlarca adamla ilişkilendirdim Marmaledov’u. Her biri bir leke olup ürkütücü bir kaleydoskop görüntüsü oluşturdular sahnede, çeşitlenip durdu ucuz kötülük replikaları… Tek kişilik oyun diye nitelendirdim yazının başında fakat pratikte bir melunlar kumpanyası izledim diyebilirim. Asabım bozuldu. Siz de izleyin sizin de asabınız bozulsun. Yargılayın ve bağışlamayın artık.