Düzen Mi, Kaos Mu?: Muhteris Sükûnet
“Her insan bir matruşka gibidir aslında… Ama bazıları başkasını gereğinden fazla taşır şahsında.”
Oyunumuz başlamak üzeredir. Lütfen dikkat! Oyunumuzda ateşli silah kullanılacaktır… Sahnede elleri, ayakları ve gözleri bağlanmış şekilde oturan bir adamı izlerken bu uyarıyı duymasam kendimi bir anlığına klasik Hollywood filmi içindeymiş gibi hissederdim. Biz seyirciler yerlerimize yerleşirken oyuncunun karşımızda bir rehine gibi durması oldukça tuhaf hissettiriyordu ancak daha ilk andan seyirciyi oyuna çekti. Oyuncunun sandalyenin üzerinde bağlı oturmasından epeyce rahatsız olmuştum. Gözüm sahnede gezinmeye başladı, içki şişeleri, dağınık yatak, dışarıya açılmayan küçücük bir pencere, varilin üstünde eski bir televizyon, İlhan İrem posterleri; karanlık, soğuk bir ortam; mekânın tam ortasında, ışığın altında yakışıklı bir adam… Galiba o bir rehineydi ve ben bir kaçırılma hikâyesi izleyecektim. Kulağıma gelen gergin müzik bu fikrimi pekiştiriyordu. Ben Duygu Yaka tarafından başarıyla hazırlanan dekorları detaylı incelerken, müziğin ritmi arttı, adam oturduğu yerde kıpırdamaya başladı ve cılız bir sesle bağırdı. Merdivenlerden sarı kapüşonlu bir adam indi ve rehineye bakarak gülmeye başladı, kahkahalarının arasında, “Vay be, dediğini yapmış!” diyerek birinden bahsetti ve hikâyede üçüncü bir kişinin varlığından haberdar olduk böylelikle. Demek ki asıl olay ondaydı ya da öyle düşünmemiz gerekiyordu.
Rehine tüm gücüyle debeleniyordu ve sarı kapüşonlu içkisini yudumlarken “Ekran bir beş kilo koymuş sana.” diyerek kaçırılan kişinin ünlü olduğunun ipucunu verdi bizlere. O sırada bir başkası -ki sonrasında oyuncunun setinde çalışan işçi olduğunu öğrendik- yüzünde şaşkınlıkla sahnede belirdi. Ünlü kişimiz hırsla debelenirken arkadaş olduğunu anladığımız iki kişi onunla ilgili konuşmaktaydı. Kaçırma olayını gerçekleştiren kişi, ünlü kişimizi sakinleştirip gözlerini açtı ve bağırmayacağına söz verirse ağzını açacağını söyledi. Kapüşonlu kişi tam itiraz ediyordu ki ağzını açtı ve rehine küfür etmeye başladı. Sarı kapüşonlu arkadaşın attığı şen kahkahalar, adam kaçırıp sakinleştirmeye çalışan kareli gömlekli adam, yakışıklılığı ve karizmasına ek olarak kaslı kollarıyla rehine ünlü kişi birbirlerine hırsla bağırıp duruyor. Ne büyük kaos ama! Bu kaos ortamı elemanın kaçırdığı adamın kafasına tuğla gibi kitapla vurmasıyla anlık sakinleşti. Evet, hem kaçırıp hem de az kalsın ölümüne sebebiyet verecek şekilde kafasına vurdu, çifte suç! Kaçırmaktan korkmayıp, ölecek diye korkması da cabası…
Kapüşonlu, rehinenin bayıldığını görünce arkadaşına onu öldürmesine dair nefis telkinlerde bulunmayı ihmal etmedi. Herkesin hayatında harika fikirler veren arkadaşları olmalı, satırla kesip poşete koymak dahil! İkilinin konuşmalarından öğreniyoruz ki kaçırılan kişi dünyaca ünlü bir süperstar. Öyle ki Arap Yarımadası’ndakiler onu Tanrı yerine koyarken, Ortadoğu ve Balkanlar’daki kadınlar adamı hayal ederek kocalarıyla birlikte oluyor! Arkadaşı o kişiyi kaçırdığı için başına gelebilecekleri anlatırken, kaçıran bunun basit bir hayranlık olmadığını belirtiyor ki biz de anladık tabii bunu. Kim basit bir hayranlık beslediği kişiyi kaçırır ki? Karanlıktan, sessizlikten ve hamam böceklerinden korkan birinin, hele de gündüz vakti bunu yapabileceğine arkadaşı da bizler gibi inanmıyor ama oluyor işte öyle bazen…
Adamımızın süperstar’a karşı olan hayranlığı o denli büyük ki aralarında bir bağ olduğuna inanıyor. Arkadaşı ise onun sıradan bir “fan” olduğunu dikte etmeye çalışırken arkadaşının yanında rehineyle rahat iletişim kuramayacağını düşünerek onu kovuyor. Sarı kapüşonlu arkadaş sahnenin bir köşesindeki merdivene çömelirken rehine ve suçlu baş başa kalıyor. Kaçırdığı adamın misafir olduğunu belirtmesi evlere şenlikti. Ünlümüz kendisinin fidye için kaçırıldığını düşünüyor haklı olarak. Şikâyetçi olmayacağını ve istedikleri parayı vereceğini söylüyor. Rehineyle suçlu tartışırken yeniden sahneye gelen kapüşonluyla suçlumuzun konuşması, ünlü bir kişiyle sıradan insanlar arasındaki farkı belirginleştirmekteydi. Şu an tiradı tam hatırlamıyorum ama epey etkileyiciydi. Minibüsler dolusu mutsuz, erkenden işlerine gitmek zorunda kalan, mahvolmuş, zombi gibi hayatlar ve lüks partilerde sabahlayan, k.çında pirelerle uyanan ünlü kişimiz… Hayran olduğu kişiyi diğer ünlülerle aynı kefeye koymayan suçlumuzun “Ama sen öyle değilsin.” ve kendisini bir fan gibi görmeyip “Ben onlar gibi değilim.” derkenki tavrı ve ikna çabaları oldukça inandırıcıydı, tabii rehinemiz inanmadı orası ayrı. Birbirleriyle ortak noktalarının olduğunu anlatırken uydurduğu İlhan ve İrem kardeşlerin İlhan İrem’e bağlanması ve bu sırada İlhan İrem’den bir parça çalması ortamı yumuşattı. Süperstarın İlhan İrem’e olan hayranlığının pr çalışması olduğunu belirtmesi, onu herkesten daha iyi tanıdığını söyleyen kişide hayal kırıklığı yaratırken, medyanın illüzyon oluşturduğunu da gözler önüne serdi. Sektörden biri olarak o illüzyonun sebebiyet verebileceklerini düşündüm ve John Lennon’ın hayranı Mark David Chapman tarafından öldürülmesi olayı zihnimde canlandı. Suçlumuz süperstarı gerçekten iyi tanıdığını iddia ediyordu. İnanılmaz kanıtlar sundu, dinlerken gülmekle öksürmek arasında kaldık.
Ünlümüz, hayranının söyledikleri karşısında şaşkınlık yaşarken kızgınlığını da gizleyemedi. Hayran, bir doktorun eşinin aldatma hikâyesini anlatmaya başladı. Süperstar bu hikâyeye de İlhan ve İrem kardeşlerdeki gibi inanmadı ve hayran, rehineyi çözdükten sonra gerçeği anlatmaya başladı. Bu sırada söylediği “İnsan aldanan bir canlıdır, canlı kalmasını da buna borçludur.” lafı üzerine derin derin düşünmemizi gerektirecek cinstendi. Genç yazar Yunus Emre Gümüş tarafından psikolojik gerilim türünde yazılan bu ödüllü metin, içinde toplumsal/sosyal sınıf, eşitsizlik ve adil bir yaşamla ilgili oldukça iddialı sözler barındırıyor. Ancak karakterlerin konumları itibarıyla bu büyük lafları ederler mi konusunda bazı tereddütlerim olduğunu belirtmek istiyorum. Belki bu da bir illüzyondur bilemeyiz.
Oyunun sonuna doğru gerilim daha da arttı. Ünlü oyuncumuz ve hayranı büyük bir kavgaya tutuştu. Set işçisi olan hayran, o arbedede en önden izleyen benim önüme sert bir şekilde düştü. Umarım oyuncuya bir şey olmamıştır. Daha önce anonsta duyduğumuz ve patlayacağından emin olduğumuz bir silah ortaya çıktı. Ankara Devinim Tiyatro’nun ve Ahmet Yapar’ın sahnelediği oyunları daha önce izleyenleriniz varsa oyunlardaki silah kullanımını bilir, etkileyicidir ama ben pek hoşlanmıyorum. Oyuncuların performansları upuzun cümlelerle yazılan metne ve sahnede harcadıkları yoğun efora rağmen düşmedi, karakterleriyle bütünleşebildiklerini düşünüyorum. Ben prömiyerde izledim oyunu, birkaç sahnelemeden sonra daha iyi olacaklarını düşünüyorum. Reji gerçekten başarılıydı, özellikle hayranın arkadaşını canlandıran oyuncu Hüseyin Oçan. Daha önce de birçok performansını izleme fırsatını yakaladım ve tuhaf bir şekilde her role uyuyor bence. Süperstarımızı canlandıran Kartal Can Ermiş ve hayranını canlandıran Ercüment Güvenç güzel bir şekilde paslaştılar. İyi bir ikili… Detay vermeyeceğim tabii ama gerçekten etkileyici bir finalle bitti oyun. Eminim metni okurken onlar da etkilenmişlerdir. Sanatı sevin, en çok tiyatroyu, herhangi bir insana körü körüne bağlanmayın ya da bağlanıyorsanız bile onu izbe bir yere kaçırmayın ve kaosun her zaman düzen getirmeyeceğini bilin diyerek yazıma son veriyorum, sevgiler.